Bilgiye daha kolay ulaşabilmemiz ve artan üretim imkânlarımız dolayısıyla rekabetin had safhada olduğu dönemlerden geçiyoruz. Verimlilik ve üretkenlik bu rekabetten sıyrılma konusunda bize yardımcı olabilir gibi duruyor. Peki, bunları önceleyerek takıntı haline getirmek ne kadar doğru?

Adam Smith, 1776 tarihli kitabı Ulusların Zenginliği’nde, akıllıca hazırlanan bir iş bölümünün üretkenliği önemli şekilde artırdığına dikkat çekiyor. Bu anlayışı benimseyerek üretimi deneyler ile daha verimli hale getirmeye çalışan, kazandığı başarı ölçüsünde de küresel üretim pratiklerinin değişmesine önemli katkılarda bulunan isim ise Frederick Taylor. İşçilerine basit görevlerini dağıttıktan sonra aralarında dolaşarak kronometre ile hangi görevin hangi şekilde icra edildiğinde daha kısa sürede tamamlandığını ölçen Taylor, Taylorizm akımının doğuşuna sebep olmuş. Taylorizm’den sonraki adım olarak nitelendirebileceğimiz Fordizm ise Ford’un kurucusu Henry Ford’un halihazırda basit montaj işleri yapmakta olan işçilerini bir üretim bandı etrafında toplayarak üretimde hızı artırmasıyla ortaya çıkmış. Fakat üretim hızındaki ve miktarındaki artışın işçiler üzerinde aynı şekilde olumlu etki yapmadığı pek çok çalışma ile belgelenmiş.

Mesaileri boyunca vida sıkmak gibi basit işleri tekrarlayan, çalışma sürecinde ve üretilen ürün hakkında söz sahibi olmayan, hem teorik hem de pratik anlamda becerilerini geliştirme fırsatı yakalayamayan, bir de bunların üzerine kalifiye olamadıkları için işten ayrılmayı göze alamayan işçilerin hem kendilerine hem de işyerlerine yabancılaştıkları görülmüş. Fabrikalar üretim süreçlerini kendilerince verimli hale getirirken işçilerin bir yandan kendilerini değersiz hissettikleri, diğer yandan ise toplumdaki ekonomik ve sosyal statülerini sorgulayıp daha iyi bir hayat yaşayamayacakları ve sınıf atlama imkânlarının bulunmadığı gerçeğiyle yüzleşerek çalıştıkları şirketler için bir tehdit konumuna geldikleri hakkında pek çok çalışma yapılmış, tarihe not düşülmüş.

Frederick Taylor ve Henry Ford’un dışında fabrikaları günden güne daha verimli çalışmaya zorlayan başkaları da olmuş. Fakat aralarında biri var ki verimlilik takıntısının işyerlerinden, üretim bantlarından evlere sıçramasına önayak olmuş. 20. yüzyılın başlarında, Frank ve Lillian Gilbreth çifti, Frederick Taylor gibi işçileri izleyerek, hatta daha da öteye geçip kaydettikten sonra analiz ederek üretim süreçlerini hızlandırmak için çalışmışlar. Fakat, eşinin beklenmedik ölümü sonrası 11 çocuğuyla yalnız kalan Lillian Gilbreth, işyerlerini verimli kılmak için uyguladıkları teknikleri ev işlerine de uygulayarak dönemin kadınlarına da yol göstermeye başlamış. Mutfakta kat edilen yolu azaltmaktan ABD’deki işgücünün yönetimi konusunda başkanlara tavsiyeler vermeye kadar irili ufaklı pek çok konuda görüşlerini sunarken, “life hacking” denilen, püf noktalarından oluşan bir kültürün oluşmasını da sağlamış.

Taylor, Ford, Gilbrethler ve adı bilinmeyen yüzlerce, hatta binlerce insanın bugünün çalışma kültürüne etkisi olduğu bir gerçek. Zira onların ortaya attıkları yöntemlerin pek çoğu bugünün dünyasında kullanılmıyor olsalar da onların temelini oluşturdukları kurallar bütününden hâlâ makinelerin üretiminde, mekânların tasarlanmasında ve süreçlerin yönetilmesinde yararlanılıyor. Örneğin, Ford’un üretim bandı mantığı ve Gilbrethlerin ameliyathane düzeni hala bizimle. En önemlisi de zamandan, mekândan, enerjiden ve hammaddelerden maksimum faydayı elde etme düşüncesi bugünün üretim pratiklerinin de temelini oluşturuyor.

‘Tırnaklarıyla kazıyan girişimci

[1] 1936 tarihli Modern Times filminde Charlie Chaplin tek işi vida sıkmak olan yabancılaşmış bir fabrika çalışanına hayat vermişti.

Kurumsal dünyanın yerleşmiş, kısıtlayıcı kültürü ne kadar sorgulansa da bireylerin tanımlanmış sınırların dışına çıkmaları çok da kolay değil. Ofislerin kübik alanlarla ve paravanlarla insanları dikkat dağıtıcı her türlü öğeden soyutlayacak şekilde tasarlanması, kullanılan dijital ekipmanların iş dışında kullanılamayacak şekilde programlanması, pek çok ofiste ihtiyaç molalarının dahi kısıtlanması kurumsal dünyanın çalışanlarını zamanı en verimli şekilde kullanmaya iten yöntemlerinden bazıları. Öte yandan, günümüz kültürünün verimliliğe ve üretkenliğe ne kadar takıntılı olduğunu bireysel üretim yapan insanlara verilen nasihatlerde görmek mümkün. Dün ‘Entrepreneur’, yani girişimci olmak hakkında konuşan dünya bugün ‘hustlepreneur’ kavramını konuşuyor ve kendi işini kuran herkesi bu yola sevk ediyor. Hustle, debelenmek, itişmek, sıkıştırmak, sıkboğaz etmek, vazgeçmemek anlamlarına gelen bir kelime; dolayısıyla ‘hustlepreneur’, Türkçede “tırnaklarıyla kazıyan girişimci” gibi bir anlama karşılık geliyor.

Aralıksız çalışmanın dayanılmaz ağırlığı

Hustlepreneur kavramı etrafında oluşmuş, hustle kültürü olarak adlandırılan bir yaşam tarzından bahsediliyor. Birim zamanda yapılan işi maksimize etmeyi önceleyen bu kültür, her şeyden önce uykuyu kısaltıyor. İnsanları az uyuyup erken kalkmaya yönlendiriyor. Dijital asistanları insanların önüne seriyor. Olabildiğince programlı ve olabildiğince otomatize bir sürecin işlemesini dikte ediyor. Bu kültüre ayak uydurmaya çalışanlar yemek molalarına bile çıkmıyorlar. Okumaları gereken kitapları sesli kitap olarak alıp iki katı hızda dinlerken seyahat ediyor, toplantılarını araç kullanırken yapıyor, kendilerini zinde tutacak her türlü ilaç ve takviyeden faydalanıyorlar.

[2] Araştırmalara göre üretkenlik arzusu orta ve uzun vadede pişmanlık ve suçluluk duygularını tetikleyebiliyor.

Üretkenliğe ve verimliliğe dair araştırmalar yapan Columbia Business School’dan S. Bellezza, N. Paharia, A. Keinan ve R. Kivetz, meşgul olma halinin günümüzde bir statü sembolü olarak algılandığını ve bununla gurur duyulduğunu, üretkenlik ve verimlilik takıntısı olan insanların, çalışmalarına yönelik kararlarından kısa vadede memnun, orta ve uzun vadede ise pişman olduklarını ve dahası, kendilerine tatil olarak ayırdıkları vakitlerde bile suçluluk duygusundan dolayı rahatlayamadıklarını ortaya koyuyorlar. Ek olarak, bu psikolojik baskı yaratıcılığı öldürüyor, verimliliği ve üretkenliği düşürerek bireyleri bir kısır döngüye sokuyor.

Verimlilik ve üretkenlik takıntısı ile ilgili konuşulması gereken bir başka önemli konu ise odaklanılan hedefin ne kadar gerçekçi olduğunu ya da etkilerini fark edememe.

Yanlış hedef, doğru koşu

Bir bireyin ya da bir kurumun belirlediği bir hedef doğrultusunda giderken, süreçleri verimli ve üretken hale getirmeye çalışması doğal karşılanır. Fakat hedef baştan doğru konulmadıysa veya üretim süreçleri devam ederken mevcut durum değişirse nihai hedefin etkisiz, daha az etkili ya da olumsuz etkili olma ihtimallerine karşı bir kontrol mekanizması oluşturulmalıdır. Aksi takdirde bireyin ya da kurumun işlettiği süreçler üzerindeki etkisi, verimliliği ve üretkenliği artırmak için boşa efor sarf etmekten öteye geçemez.

[3] 2000’li yılların ardından teknoloji şirketleri pazar değerlerini katlayarak artırdılar.

Örneğin, 90’lı yılların sonunda internet şirketlerinin gerçek değerlerinin kat kat üstüne fiyatlanmasıyla ortaya çıkan ‘dot com balonu’, insanların internet şirketlerine yatırım yapmasını tetiklemiş; 2000 yılında NASDAQ borsasının çökmesiyle teknoloji şirketlerinin iflas bayrağını çektiği, yüzbinlerce insanın işsiz kaldığı ciddi bir ekonomik kriz yaşanmıştır. 2000’li yılların ikinci yarısından başlayarak, Apple, Amazon, Facebook gibi bazı şirketlerin katlanarak artan değerlerinin yanı sıra bilgiye ve teknolojik üretim araçlarına ulaşımın kolaylaşması sonucu teknolojik üretim ve teknolojiye yatırım insanların ilgisini çekmeye başladı. Büyük teknoloji şirketlerinin milyarlarca dolarlık piyasa değerlerine ulaşmaları insanlarda yeni bir ‘dot com balonu’ mu geliyor endişesi yaratırken, bu pastadan pay almak isteyen insanları da sektöre çekti.

Yatırım alan ya da satılan start-up örneklerini de gören pek çok girişimci, kısa sürede önemli meblağlar kazanmak amacıyla hayattaki karşılığını göremeseler ya da hedef kitlelerini tam olarak belirlememiş olsalar da teknolojik üretim yaptılar. Fakat, nihai ürünlerin herhangi bir ihtiyacı karşılamaması, tüketicide karşılık bulamaması sonucu, yüzbinlerce, hatta milyonlarca start-up’ın batışına şahit olduk. Halihazırda binlerce e-ticaret ve sosyal medya platformunun olduğu dünyada bu sektörlere girmeye çalışan girişimciler, devlerle yarışamayarak havlu attılar. İnsanların henüz ne istediklerini bilmedikleri düşüncesi girişimcilerin aklında yer etmiş olmalı ki yüzlerce uçuk fikrin ve furyaya dayalı hayalin batışını gördük. Kapsüllü kahve makinesi modelini meyveli içeceklere uygulamaya çalışan Juicero ve bitkiler için akıllı bir asistan olarak tanımlanan Grovio bunlardan bazılarıydı. Sonuç olarak, verimlilik ve üretkenlik her zaman akılda tutulması ve hedeflenmesi gereken iki kavram. Fakat bir sistemin verimli çalışıyor olması o sistemin gerekliliği, sürdürülebilirliği ya da kullanılabilirliği hakkında bilgi vermiyor. İşte tam da bu noktada onları ikinci plana alıp bir yönetim danışmanı olan Peter Drucker’a kulak vermek gerekiyor: “Verimlilik (efficiency) işleri doğru yapmak, etki (effectiveness) doğru işleri yapmaktır.”

Görsel kaynakları:
Kapak fotoğrafı: Museums Victoria on Unsplash
[1]: Modern Times’tan bir kare
[2]: ZSun Fu on Unsplash
[3]: Arthur Osipyan on Unsplash

Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Temmuz 2020 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.