Hatırlanmak güzel, peki ya unutulmak istersek? Dijital dünyanın hafızasında yer etmemek ne kadar mümkün ve ne kadar önemli?

George Orwell’in 1949 yılında yayınlanan distopik romanı 1984, hükümranlığını sürdürmek için vatandaşlarına dayattığı ideolojik kalıpların vatandaşların kendi düşünceleri haline gelmesi için ciddi algı yönetimi politikaları izleyen, bu politikaların işe yaramadığı bireylere karşı tavrını da psikolojik ve sosyolojik baskıdan bir anda fiziksel şiddet uygulamaya çeviren totaliter bir yönetimi anlatmaktadır. Romanda, Oceania devleti gücünü her fırsatta gösterir, vatandaşlarını sürekli izleme gayreti içerisindedir, izleyemediği noktalarda ise polis devleti olma özelliği ile insanların birbirini ispiyonlamasına güvenerek hareket eder. İnsanların düşünce alanları bile kısıtlıdır, zira Oceania yöneticileri özgür düşüncenin başlarına bela olacağını bildiklerinden dili bile kısıtlamışlardır ki insanların kelime ve kavram dağarcıkları ile bu öğelerin kaynaştığı düşünce havuzları olabildiğince dar kalsın.

Oceania’nın uyguladığı yöntemlerden biri de tarihi kayıtların sürekli olarak incelenmesi ve devletin ideolojisine uygun hale getirilmesidir. Kayıtlardan silinen ya da eklenen kişiler ve kurumlar olduğu gibi, tarih de yeniden yazılır. Dünün düşmanı bugün bir dost, dünün dostu bugün bir düşman olabilir. Böylece devlet, ideolojisinin sürekliliğini garanti altına alır, vatandaşlarına hangi hikâyenin parçası olduklarını net bir şekilde anlatır.

Orwell’in tarihin yeniden yazımı ve geçmişin değiştirilmesi konusunu ciddiye aldığı aşikardır. Romanda geçen bir cümle Orwell’in bu konu hakkında ne düşündüğünü açıkça ifade eder. Orwell, “Geçmişi kontrol eden bugünü de kontrol eder. Bugünü kontrol eden geçmişi de kontrol eder” diyerek konu hakkındaki görüşlerini bildirir. Roman, okuyucuların kulağına küpe olması gereken pek çok cümle içerse de bu beyan, şüphesiz en önemlilerdendir. Zira hem romandaki yönetimin anlayışının ana direklerinden birinin açıklanışı hem de Orwell’in yaşadığı dünyayı eleştirmesi için önemli bir araç niteliği taşımaktadır.

Damnatio memoriae ve geçmişin silinmesi

Orwell’in bu yaklaşımı okuyucuyu şaşırtmamalıdır. Çünkü romanın yazıldığı dönemlerde tarihin manipüle edilerek anlatılması ve kanıt niteliğindeki belgelerin tahrip edilmesi halihazırda söz konusudur. Hatta, fotoğrafik gerçekliğin manipüle edilmesi revaçtadır. Adolf Hitler’in bilinmeyen sebeplerle Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’i ve Josef Stalin’in rakibi Leon Trotsky’i birlikte yer aldıkları fotoğraflardan sildirmeleri kişilere yönelik kasıtlarken; bazı fotoğraflar da tarihe geçecekleri öngörüsüyle manipüle edilmişlerdir. Alman Parlamento Binası Reichtag’ın çatısına SSCB bayrağı diken askerlerden birinin kollarındaki iki saatten birinin, Sovyet askerlerinin hırsızlık ve yağma yaptıklarının düşünülmemesi için fotoğraftan silinmesi bu durum için önemli bir örnektir.

[1] Güvenlik kameraları duvarı – Toronto, Kanada

Tarihin tahrifatı meselesi şüphesiz çok daha eskilere dayanır. Örneğin, Roma İmparatorluğu’nda uygulanan Damnatio Memoriae, yani anının lanetlenmesi uygulaması, iktidar sahiplerinin tarihte yer almalarını istemedikleri kişileri tüm kayıtlardan sildirmeleri, büstlerini ve heykellerini yıktırmaları üzerinedir. Bu kişilerin adlarını ananların cezalandırılmasını da kapsayan bu uygulama her seferinde yüzde yüz başarıya ulaşamamış olsa da güç sahiplerinin tarihi kendi lehlerine çevirmek için nasıl çabaladıklarını göstermektedir.

Dijital ile gelen anlayış değişikliği

Günümüzde, dijital teknolojilerin gelişmesi, medya üretiminin sadece teknik bilgiye sahip insanlar tarafından değil toplumun tüm bireyleri tarafından yapılabiliyor oluşu ve özellikle de internetin yaygınlaşması ile birlikte toplumun hafızası da değişti. Önceleri yöneticilerin ve elitlerin yön verebildiği, ekseriyetle kilometre taşı sayılabilecek olayların kayıt altına alındığı kısıtlı tarih yazımı şekli, ardı arkası kesilmeyen bilgi akışı sayesinde yerini farklı bir anlayışa bıraktı. Dijital verilerin kolayca kopyalanabiliyor, manipüle edilebiliyor, paylaşılabiliyor ve saklanabiliyor olmaları, sıradan insanların dahi duygu ve düşüncelerinin kayıt altında tutulmasına ve bilgilerine kolayca ulaşılabilmesine yol açtı. Elon Musk’ın ve Neuralink’in başını çektiği isimlerin ve şirketlerin, çiplerin insan beynine entegre edilebilmeleri ile daha çok bilgiye haiz kolektif bilinçlere sahip olmayı vaat etmeleri bize geleceğe dair fikirler verirken; diğer taraftan da Black Mirror’un uzun zaman konuşulan bölümü San Junipero’da olduğu gibi belleğin dijital olarak saklanması düşüncesi, insana sonsuza dek var olma, ölümsüzlük ve unutulmama hissini veriyor. İnsanların bu hissiyatı hem heyecan verici hem de korkutucu bulmaları ise normal. Zira teknolojinin henüz o seviyeye varmadığı günümüzde bile anıların internet marifetiyle bulunabiliyor oluşu gerçeğiyle karşı karşıyayız ve kefenin bir tarafında sonsuza dek var olma, hatırlanma varken, diğer yanda utandırıcı bir fotoğraftan yüz kızartıcı suçlara kadar kişisel geçmişte yer etmiş pek çok olayın ve hatıranın insanların geleceklerini etkileyecek şekilde ulaşılabilir olması söz konusu.

Unutulma hakkının doğuşu

Unutulma hakkı kavramının ortaya çıkışı da tam olarak bu sebebe dayanıyor. 1998 yılında borçlarına karşılık evi haczedilen İspanyol avukat Mario Costeja González’in söz konusu işleme dair arşiv kayıtlarına giden linklerin kaldırılması için Google’a yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 2009 yılında Avrupa Adalet Divanı’nda açtığı davanın 2014’te sonuçlanması emsal bir karar oluşturmuş. Fakat, bu cümleden de aşikâr olduğu üzere bu emsal karar ile binlerce insana bir kapı açmış olsa da kendisi isminin ve söz konusu işlemin anılmasını engelleyememiş.

Bugün GDPR, yani Avrupa Birliği’nin Genel Veri Koruma Yönetmeliği, kişisel verilerin işleyen ve kullanan kurum için işlevini yitirmeleri, verilerin sahibi olan bireyler için güvenlik sorunlarının ortaya çıkması, veri sahibi bireylerin rızalarını geri çekmeleri ya da verilerin hukuksuzca işlenmeleri halinde unutulma hakkına başvurulabileceğini belirtiyor. Öte yandan, verilerin herhangi bir problem yaratmadığı, ulaşılamaz hale getirildiklerinde ifade özgürlüğünün ve toplumun bilgi alma hakkının zarar göreceği, hukuksuz bir işlemin yapılmadığı hallerde ise unutulma hakkının uygulanamayacağı GDPR’da açıkça belirtilmiş. Türkiye’de ise Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun (KVKK) verilerimiz üzerinde benzer yetkileri bizlere sunduğunu, fakat arama motorlarının Türkiye temsilciliklerinin bulunmaması dolayısıyla ile bu haktan ne kadar yararlanabileceğimiz konusunun muallakta söyleyebiliriz.

[2] Bugün sıradan insan farkında olarak ya da olmayarak tarih yazım sürecinin aktif bir parçası haline geliyor.

Yine de kullanıcıların dijitalin kolay kopyalanabilir ve dağıtılabilir doğasını göz önünde bulundurarak hareket etmesi önemli. Zira bir linkin bir arama motorundan kaldırılması zarar verici verilerin ortadan kalktığı anlamına gelmiyor; sadece verilere ulaşmayı kolaylaştıran aracı kuruluş aradan çekilmiş oluyor.

Birey medya üreticisine dönüştüğünde

Unutulma hakkı görece yeni bir kavram olsa da bugüne kadar hakkında çokça düşünülmüş, üzerine çokça yazılmış. Hukukun teknolojiye yetişmeye çalıştığı bu alanda şüphesiz hala kat edilecek çok yol var ve her başvuru ilgili mevzuatların kapsamının genişletilmesi açısından önemli. Fakat geldiğimiz noktada unutulma hakkının varlığı sosyolojik açıdan önemli bir meselenin de yansıması.

21. yüzyıla bir çizgi çekip öncesinde tarih yazımı anlayışının sadece güç sahibi olanları ve onların davranışlarını kaydetmeye eğildiğinden, yazılı tarihin ekseriyetle savaşlar, antlaşmalar, ayaklanmalar gibi kilometre taşı niteliğindeki olayları içerdiğinden, tarihi olumlu ya da olumsuz anlamda manipüle etmek için bir iktidar gücüne sahip olmanın zorunluluğundan ve iletişim için yazı yazmaktan fotoğraf, video kaydedip yayınlayabilmeye kadar dönem dönem farklılaşan ve herkesin sahip olmadığı teknik bilgiye sahip olmanın gerekliliğinden bahsedebiliriz. Fakat günümüzde her bir birey medya üreticisi olabiliyor, tarihin yazımına tanıklık ettikleri ölçüde katkıda bulunabiliyor, bu dünyadan geçip giderken varlıklarına dair kanıtlar bırakabiliyor ve bunları yapabilmek için hiçbir teknik bilgiye, statüye, kudrete gereksinim duymuyor, hatta tüm bunları istemsizce, farkına varmadan yerine getirebiliyor.

Dolayısıyla, düne kadar bu dünyadan hiç yaşamamışçasına gelip geçen ve varoluşlarına dair herhangi bir kanıtın iktidar sahiplerinin ağızlarından çıkacak bir emre bağlı olması gerçekliği ile yüzleşen bireylerin bugün varlıklarını duyurabilmek adına güçlendikleri söylenebilir. Fakat mesaj ve veri bombardımanı altında bu varlık her zaman olumlu sonuçlar doğuramayabiliyor. Tam da bu yüzden, anıların lanetlenmesinden unutulma hakkına geçiş yaptığımız günümüzde temel bir insan hakkının doğuşuna tanıklık ediyoruz.

Görsel kaynakları:
Kapak fotoğrafı: Nils on Unsplash
[1]: Matthew Henry on Unsplash
[2]: Kinga Cichewicz on Unsplash

Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Ağustos 2020 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.