Lewis Carroll’un düşüncesiyle eğlendiği, Jorge Luis Borges’in var olabilme potansiyelini sorguladığı, Umberto Eco’nun ise yapılmasının imkânsız olduğunu düşündüğü bire bir ölçekli harita fikri tam olarak onların tahayyül ettiği gibi olmasa da bugün ellerimizin altında. Peki onlar ne düşünmüşlerdi, biz bugün neye sahibiz?

Bilimde Kusursuzluk Üzerine, Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’in 1954 yılında yayınlanmış olan Ahlaksızlığın Evrensel Tarihi adlı kitabında yer alan bir hikâyedir. Söz konusu hikâye sadece bir paragraf uzunluğundadır ve Borges hikâyesinin altına bu hikâyenin J. A. Suàrez Miranda’nın 1856 tarihli Travels of Praiseworthy Men (Övgüye Değer Adamların Seyahatleri) adlı kitabından alınan bir pasaj olduğunu belirten bir not düşer. Halbuki ne böyle bir kitap yayınlanmıştır ne de böyle bir yazar yaşamıştır. Bu, gerçeklikle kurmaca arasında gidip gelen yazınlarıyla bilinen Borges’in bize oynadığı bir oyundur; tıpkı hikâyenin geçtiği imparatorluğun ve hikâyede anlatılanların olmadığı gibi.

Anlatılan hikâye bir imparatorlukta geçmektedir; eyaletlerin haritalarının kentler, imparatorluğun haritasının da bir eyalet kadar büyük olduğu bu imparatorlukta bu devasa haritaların yetersiz görülmesiyle imparatorluğun bire bir ölçekte bir haritasının yapılmasının hikayesidir bu. Yeni kuşaklar bu devasa haritayı hantal bulup kaderine bırakınca olanlar olur. Bir zamanlar haritacılığın çok gelişkin olduğu o imparatorlukta coğrafya biliminden geriye kalan tek şey o haritanın parçalarıdır ve o parçalar da çöllerde hayvanlara ve dilencilere barınak olmuştur.

İmparatorluk büyüklüğünde haritalar

Kimine göre Borges bu hikâyesinin ana fikrini Lewis Carroll’un 1895 tarihli Sylvie ve Bruno adlı romanından almıştır. Zira Carroll’un yarattığı dünyada geçen bir diyalogda büyük haritaların yapımından bahsedilir. Ülkenin haritası bir mile (~1.609 m) sırasıyla önce altı inç (~0,15 m), ardından da altı yarda (~5,49 m) ve yüz yarda (~91 m) ölçeğinde olacak şekilde üretilir. Bir mile bir mil ölçeğinde harita üretme fikri ortaya atılıp harita hazırlansa da bu harita hiçbir zaman açılamaz; zira çiftçiler haritanın güneş ışığını kapatacağı yönünde itiraz ederler. Ülke, kendisinin haritası olarak kullanılmaya başlanır, bu süreci anlatan karakterin yorumu da ironiktir: “Sizi temin ederim ki neredeyse haritası kadar işe yarıyor.”

Bir diyalogdan bir hikâyeye evrilen bu fikir, İtalyan filozof ve yazar Umberto Eco’nun Somon Balığıyla Yolculuk (1992) adlı kitabında Borges’in hikayesinin tamamının alıntılanarak bir epigraf olarak kullanıldığı bir makale olarak da karşımıza çıkar. Eco, İmparatorluğun Bire Bir Ölçekli Haritasını Çizmenin İmkansızlığı başlığını uygun görür bu makaleye. Önce, bu haritanın nasıl olacağı ile ilgili varsayımlarını paylaşır; ardından da uygulama metodundan bahseder. Özetle, harita, imparatorluk büyüklüğünde olmalıdır. Serildiğinde yeryüzünün tüm girinti çıkıntılarını ortaya çıkaracak bir materyal ile üretilip bir maket halini almamalıdır; zira bu haritacılıktan ziyade imparatorluğun kaplanması ya da döşenmesi anlamına gelir. Harita, aslına sadık olmalı, yapıları ve eğer dahil edilmek isteniyorsa halkları da göstermelidir. Yalnız bu gösterimi yaparken imparatorluğun görülemediği zamanlarda da tek başına bir başvuru kaynağı olması gerektiği için göstergebilimden faydalanmalı ve pek tabii saydam olmamalıdır. Harita üzerindeki ögelerin karşılık geldikleri noktalardan ayrıldıklarında da anlamlı olmaları gerekmektedir ve son olarak, oluşturulan nihai ürün imparatorluğun parça parça haritalandıktan sonra sayfaları olacak şekilde tutturulduğu bir atlas değil, tutturulmuş parçalardan oluşsa dahi serildiğinde tüm imparatorluğu tek seferde gözler önüne serecek bir harita olmalıdır.

Eco, daha sonra bire bir ölçekli bir haritanın hangi şekillerde üretilebileceğini ortaya atar ve bu metotlar üzerine kafa yorar. Arazi üzerine yayılan opak haritanın, kazıklar üzerinde havada asılı haritanın ve geçirgen özellikli saydam haritanın nasıl yapılabileceğini anlatır; haritaların gerektireceği bakımlardan ve güncellemelerden, bu bakım ve güncellemelerin sebep olacağı göç hareketlerinden, haritayı açmanın, katlamanın ve taşımanın zorluklarından, yaşanabilecek iklim değişikliklerinden ve haritayı inceleme açısından bahsederek bire bir ölçekli bir haritanın üretilmesinin imkânsız olacağı kanaatine varır.

Dijital ile değişen gelenek

Şüphesiz, bire bir ölçekli bir harita yapılması fikri adı geçen yazarlar için bir düşünce egzersizidir, zira üç yazarın da belirttiği üzere böyle bir girişim hem çok zahmetli olacaktır hem de haritanın ülke ile aynı boyutta olması dolayısıyla ülke hakkında bilgi vermesinin imkansızlığı bu projenin nihai sonucunu anlamsız kılacaktır. Yine de bir ülkenin bire bir ölçekli bir haritası ya da herhangi bir objenin ya da yapının bire bir ölçekli maketi modellendikleri alanlar ya da objeler hakkında gerçeğe en yakın bilgiyi veren örnekler olarak karşımızda duracaklarından dolayı bire bir ölçekli bir haritayı düşünmek oldukça cezbedicidir.

Değişen ve dijitalleşen dünyada böyle bir düşünce egzersizine gerek yoktur denilebilir, zira bu fikrin temelini oluşturan basılı haritacılık bile niş bir alan olarak varlığını sürdürmekle karşı karşıya. Zira bugün, Google’nin Maps, Earth ve Street View gibi birbirleriyle entegre ürünleri gibi haritalama ve navigasyon uygulamaları sayesinde istediğimiz anda istediğimiz yerde cep telefonlarından basılı haritaların bize vaat ettiklerinden fazla bilgiye ulaşmamız mümkün.

Google Earth gibi GIS (Geographical Information System – Coğrafi Bilgi Sistemi) verisi, hava fotoğrafçılığı ve uydu görüntülerinden yararlanan uygulamalarla dünyamızı ya da Ay ve Mars gibi uyduları ve gezegenleri uzaktan ve yakından görebiliyor; yine hava fotoğrafçılığı ve uydu görüntülerini kullanan, bunun üzerine fiziki, siyasi ve bölgesel haritalama ile sokak ve mekân verilerinin de eklendiği Google Maps ve muadili uygulamalarla bölgeleri daha detaylı olarak inceleyebiliyoruz. Dahası, bu tür uygulamalara entegre edilen Street View (Sokak Görünümü) uygulamaları ile de dünyanın dört bir yanını sokak sokak gezebiliyoruz.

Faroe Adaları’nın fotoğrafçı koyunları

[1] Faroe Adaları’nın koyunları.

Uygulamaların sokak sokak gezebilmemize imkân sağlıyor olması hayatımızın içine öyle yerleşmiş durumda ki Google’nin Street View için gitmediği Faroe Adaları’nın turizm kurulu, bu eksikliği gidermenin yolunu üzerlerine 360 derece çekim yapabilen kameralar yerleştirilen koyunları adanın farklı yerlerine bırakmakta bulmuş. Sheep View (Koyun Görüşü) adı verilen proje için koyunların üstlerine yerleştirilen kameralar dakikada bir fotoğraf çekmeye ayarlanmış, ortaya çıkan fotoğraflardan bazıları Google Maps’e yüklenmiş. Turizm Kurulu’nun turist sayısını artırmaya yönelik bu çalışmasının dünya çapında haber olması ve insanlar tarafından beğeniyle karşılanması üzerine Google, Faroe Adaları’nı Street View sistemine dahil etme kararı almış. Bu gelişmelerin Faroe Adaları’nın turizmine ne kadar katkı yaptığını bilemesek de Street View’in turizme ve psikolojiye etkisini kanıtlayacak bir başka örnek daha var: The Agoraphobic Traveller (Agorafobik Gezgin). Kişinin güvende olmadığı düşüncesini taşıdığı mekânlarda ve alanlarda yaşadığı, dolayısıyla kişinin evden dışarı çıkmasını bile oldukça zorlaştıran kaygı bozukluğu olarak tanımlayabileceğimiz agorafobi tanısı konulan Jacqui Kenny, Google Street View sayesinde dünyanın tüm ülkelerini gezmiş; evinden çıkmadan yaptığı bu seyahatler sırasında çektiği fotoğraflar ile sergiler açmakla kalmamış, ilk sergisi için Londra’daki evinden çıkarak serginin açılacağı New York’a seyahat etme gücünü de kendinde bulmuş.

Geleneğin tadı ve modernin konforu arasında

Öte yandan, basılı herhangi bir harita sadece haritalama günlerinin verisini basıldığı materyale sabitlerken bugün haritalama uygulamaları sayesinde geçmişten günümüze değişiklikleri gözlemleyebiliyoruz. Ayrıca, topladığımız verilerle dijital harita üzerinde kendi katmanlarımızı oluşturabiliyor ya da oluşturulmuş katmanlarla incelediğimiz bölgeler hakkında daha fazla bilgi alabiliyoruz. İklim değişikliklerinden nüfus yoğunluğuna, suç oranlarından doğal afetlerin etkilerine kadar pek çok veriyi oluşturacağımız haritalar ile paylaşabilmemiz ya da oluşturulmuş üst katmanlar sayesinde inceleyebilmemiz mümkün.

[2] Google Maps.

Elimizin altındaki bu verilerin ne kadar güncel olabileceğine dair en iyi örnek, Simon Weckert adlı sanatçının bu yılın başında yaptığı bir çalışma. Bir el arabasına 99 adet telefon yerleştiren Weckert, Berlin’in boş sokaklarında el arabasını çekerek gezerken, telefonların yarattığı sinyal yoğunluğu sayesinde geçtiği sokaklarda anlık olarak trafiğin çok yoğun olduğu illüzyonunu yaratmayı başarmış. Bir tarafta hakkında bilgi edinmek istediğimiz alanın haritasını bir masaya serip incelemenin, haritayla yol almanın ya da kat edilen yolu haritada işaretlemenin tadı, diğer yanda küçücük ekranlardan istenilen bilginin kat be kat fazlasına ulaşabilmenin rahatlığı varken, sizce Borges, Carroll ve Eco bugünün haritalama uygulamaları için ne söylerlerdi?

Görsel kaynakları:
Kapak fotoğrafı: Himesh Kumar Behera on Unsplash
[1]Andrew Svk on Unsplash
[2]: Tamas Tuzes-Katai on Unsplash

Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Eylül 2020 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.