Almanlar disiplinleriyle, Türkler sıcakkanlılıklarıyla, Japonlar çalışkanlıkları, Amerikalılar ise bireysellikleri ile bilinirler. Peki, gözlemlerimize ve duyumlarımıza dayanan bu tarz kültürlerarası farklılıkların akademik literatürde bir yeri var mı?

Şubat ayında hayatını kaybeden Hollandalı Profesör Geert Hofstede, kültürel farklılıkların anlaşılmaları ve daha da önemlisi karşılaştırılabilmeleri konusunda çalışmalar yapmış bir isim. 1965’te IBM’de personel araştırma departmanını kurduktan sonra, 1967 ve 73 yılları arasında 70 ülkeden 117 bin çalışanın dahil olduğu benzer davranış anketini yöneten Hofstede, veri miktarı en geniş 40 ülkeye dair sonuçlar üzerinden bu ülkelerin kültürlerini boyut olarak adlandırdığı dört metrik aralığı üzerinden karşılaştırmış.

IBM’de kurduğu departmandaki yöneticilik görevini 1971 yılında devretse de bu çalışmasının, oğlu Gert Jan Hofstede ve Bulgar dilbilimci Michael Minkov’un da sayelerinde günümüze kadar devam ettiği biliniyor.

Kültürel İçgörüler

Çalışmanın ilk hali için güç mesafesi endeksi, bireysellik, belirsizlikten kaçınma ve erillik boyutlarını belirleyen ve verileri bu boyutlar üzerinden yorumlayan Hofstede; Michael Harris Bond’un 23 ülkedeki öğrencileri kapsayan bir çalışması üzerine kendi çalışmasına beşinci boyut olan uzun dönem odağını eklemiş. Daha sonra, bir uluslararası sosyal bilimler araştırma projesi olan, insanların değer ve inançlarının zaman içerisindeki değişimini belgeleyebilmeyi hedefleyen World Values Survey verilerini 2000’li yıllarda yorumlayan Michael Minkov’un çalışmalarına istinaden altıncı boyut olan serbestlik ve kısıtlanmayı da çalışmasına dahil etmiş.

Söz konusu çalışma bugün akademik dünyanın kültürel çalışmalar alanında sıklıkla atıfta bulunduğu bir mihenk taşı olmasının yanı sıra hem kültürlere dair içgörüler sağlaması hem de kültürlerin karşılaştırılabileceği bir zemin olmasından dolayı kültürlerarası yönetim, ticaret, turizm, siyaset ve iletişimde de sıklıkla başvurulan bir kaynak konumunda.

[1] Hofstede Insights bulgularına göre Almanya’da boş vakitlere pek de önem verilmiyor; serbestlikten ziyade sınırlanma öne çıkıyor.

Çalışmada değinilen boyutlar üzerine konuşulabilecek ve yazılabilecek pek çok şey olsa da bu metrik aralıklarının ne anlama geldiklerini özetlemek ve kültürlerin özelliklerini bu aralıklarda durdukları noktalara göre yorumlamak mümkün. Keza, Hofstede’nin oluşturduğu yapıyı kullanan Hofstede Insights (HI) adlı danışmanlık şirketi de her ne kadar detaylı analizleri erişime açmıyor olsa da internet sitesi üzerinden birtakım kısa analizlere ulaşma ve karşılaştırma imkânı sağlamakta.

Yalnız, yarım asırdan fazla süredir devam eden bu çalışmanın sonuçları yorumlanırken iki önemli husus unutulmamalı. Bunlar, bir kültürün, kültürlerin yorumlanmasında kullanılan değer aralıklarının herhangi bir ucunda yer almasının, o kültürün iyi ya da kötü olması anlamına gelmeyeceği ve veriler üzerinden oluşturulan yorumların o kültüre mensup tüm insanların bakış açısını yansıtamayacağı gerçekleri.

Yarım asırlık çalışmanın bulguları

Güç Mesafesi Endeksi (Power Distance Index), toplumun daha az güce sahip bireylerinin, güç dağılımındaki doğal (yönetimde hiyerarşi kaynaklı) ya da suni (usulsüz) eşitsizlikleri kabul seviyeleri üzerinden insanların eşitsizliklere karşı bakış açısını ölçmektedir. Bu ölçümde yüksek puana sahip ülkelerde bireylerin hiyerarşinin varlığını kabul ettikleri ve üst makamlarda bulunanlara saygı duydukları düşünülmektedir. HI’ye göre, 0 ila 100 aralığında 66 puan ile yüksek güç mesafesi tarafına daha yakın olan Türkiye’de insanların kurallara ve üstlerinden (devlet yöneticileri, üst mevkideki çalışanlar, aile reisi vb.) gelen talimatlara bağlı kalması, 35 puan ile düşük güç mesafesi sergileyen Almanya’da ise bireylerin kontrol edilmekten kaçınan, direkt ve liderlere meydan okuyan iletişim yöntemlerini tercih etmeleri durumu mevcut.

Türkiye’de kolektivizm ön planda

Bireysellik ve Kolektivizm (Individualism vs Collectivism), toplumların bireysel ve toplumsal eğilimlerden hangisine daha yakın olduğunu ölçüyor. Bireyselliğin yüksek olduğu toplumlarda kişilerin yaşananları kendi pencerelerinden yorumlayarak bireysel hareket etmeleri, kolektivizmin ağır bastığı toplumlarda ise topluluğun faydasının gözetilmesi ve ortak kararlar alınması söz konusu. Dolayısıyla, bireyselliğin yaygın olduğu toplumlarda toplumsal bağlar daha kopukken, kolektivizmin baskın olduğu toplumlarda ise daha sağlam olduğu dikkat çekiyor. Türkiye’nin bu aralıkta aldığı 37 puan, ülkeyi kolektivizme yakın bir yere konumlandırırken, insanların kişiselden ziyade “biz” diyerek sahiplendikleri grupların (millet, aile, taraftar grubu, ideoloji vs.) çıkarlarını ön plana almasının adeta bir sağlamasını yapıyor. Öte yandan, tüm dünyaya özgürlükler ülkesi imajı veren ABD’nin ise barındırdığı sosyal bağların pamuk ipliğine bağlı olması ve bireylerin içlerinde bulundukları gruplardan çok kendi çıkarlarını gözetmelerinden dolayı 91 puanla bireyselliğin kalesi konumunda olduğu görülüyor.

[2] Japon kültürü, rekabetçiliği ve mükemmeliyetçiliğiyle erilliği ön planda tutar nitelikte.

Her ne kadar başlığına bakıldığında toplumları cinsiyetlendirme çabası gibi anlaşılsa da Erillik ve Dişilik (Masculinity vs Femininity) metriği böyle bir amaca hizmet etmiyor. Bu başlığın sembolize ettiği aralığın bir ucunda yer alan erillik, kahramanlığa, iddiacılığa, kendine güvene değer verene toplumların daha yakın olduğu taraf iken; dişilik tarafında insanların birlikte çalışmaya daha yatkın olduğu, alçakgönüllülüğün, fikir birliğinin daha ağır bastığı görülen toplumlar yer alıyor. Türkiye’nin 45 puanla değer aralığının dişilik tarafında kaldığı fakat yine de ortada sayılabileceği bu ölçüm, Türk toplumunun fikir birliğine önem verme, birlikte çalışma ve birbirine yardım etme gibi özelliklerine adeta bir atıfta bulunuyor. Japonya’nın aldığı ve Japon kültürünü bu değer aralığının eril ucuna yerleştiren 95 puan ise ülkede var olan, özellikle bireysel süreçlerde görülen aşırı rekabetçiliği ve mükemmeliyetçiliği doğrular nitelikte. Dahası, Japonların kolektif çalışmalarda yaşanan aksamaları bile bireysel hataların sonuçları olarak görerek kendilerini cezalandırma yoluna gittikleri de bir gerçek.

Belirsizliği kim sever?

Toplumların geleceğe dair belirsizliklere karşı bakış açısını ölçen Belirsizlikten Kaçınma Endeksi (Uncertainty Avoidance Index) ise incelenen toplumların alışılagelmedik fikirlere ve davranışlara ne kadar müsamaha gösterebildiklerini ve geleceklerini denemelere açık bir yol izleyerek mi yoksa alışılageldik kurallar ve inanışlar ile mi şekillendirdiklerini incelemekte. Türkiye’nin bu ölçümde 85 puan alması, HI tarafından Türk toplumunun belirsizliklerden mümkün olduğunca kaçındığı, bu yüzden yazılı kurallara önem verdiği, süregelen teamüllerin ve ritüellerin yaşantıda önemli bir yer tuttuğu şeklinde yorumlanmış. 46 puanla değer aralığının neredeyse ortasında yer alan ABD’de ise yeni fikirlerin önemli ölçüde değerli görüldüğü, ifade özgürlüğünün kültürün önemli bir parçası olduğu dile getirilmiş, fakat özellikle 11 Eylül’ün toplumda yarattığı korku neticesinde bu yaşam tarzının özellikle NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) gibi devlet kurumları tarafından denetlenmesi ve takip edilmesi gerçeğinden de bahsedilmiş.

Uzun Döneme Odaklanma (Long Term Orientation Versus Short Term Normative Orientation) değer aralığı, toplumların bugünün ve yarının sorunlarını çözmek konusunda geçmişleri ile ne kadar bağlantı kurduklarından, dolayısıyla gelecek odaklarında uzun vadeyi hedefleyip hedeflemediğinden dem vuruyor. 46 puanla bu değer aralığının neredeyse tam ortasına yerleşen Türkiye için geleneğin ve geçmişin öneminden bahsetmek mümkünken, ülkenin fırsatları değerlendirmeye yatkınlığından, dolayısı ile kısa ve/veya orta vadeye yönelik atılımlar yapabildiğinden bahsedilebilir. 83 ve 88 puanla uzun dönemden ziyade kısa ve orta vadeye odaklanma ucuna daha yakın olan Almanya ve Japonya’nın ise durum ve bağlamlara adaptasyon güçlerinden bahsedilebilirken, karşılaştırmaya göre Türkiye kadar geleneklerine önem vermedikleri sonucu da çıkarılabilir.

Boş zaman, eğlence ve çalışma

[3] Araştırmaya göre, ABD 91 puanlık skoruyla bireyselliğin kalesi.

Serbestliğe Karşı Sınırlanma (Indulgence Versus Restraint) ölçümü ise bir toplumdaki sosyal normların bireylerin hayattaki amaçlarını gerçekleştirmek ve hayattan keyif almak konusunda ne kadar serbestlik sağladıklarını ortaya koymak üzere oluşturulmuş. Türkiye, 49 puanla bu ölçümün tam ortasında yer almakta, yani kültürümüz ne kısıtlayıcı ne de cesaretlendirici. Keza, HI de bu durumu “bu boyuta karşılık gelen bir karakteristik bulunamamıştır” şeklinde geçiştirmiş. 40 ve 42 puan ile Türkiye’ye yakın olsa da sınırlayıcı uca daha yakın duran Almanya ve Japonya gibi toplumların karamsarlığa ve kinciliğe daha yakın durduğunu, bu ülkelerde bireylerin boş vakitlerine pek de önem verilmediğini söyleyen HI; 68 puan alan, daha serbest bir toplum yapısının varlığından bahsedilebilecek olan ABD’de ise “çok çalış, çok eğlen” anlayışının varlığına değinirken, bu yapının ABD’deki yüksek uyuşturucu bağımlılığı oranı ve Hristiyanlığın aleni ve çıkar amaçlı olarak kullanılmasına yol açmış olabileceğini de ima ediyor.

Görsel kaynakları:
Kapak fotoğrafı: Antonio Sessa on Unsplash
[1]: Noralí Emilio on Unsplash
[2]: Francesco Ungaro on Unsplash
[3]: Nicolai Plenk on Unsplash

Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Haziran 2020 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.