İnsanlığın bilgi depolamada günümüz teknolojilerine bir hayli güvendiği aşikâr. Peki, bu teknolojiler geleceğe bilgi aktarmak için ne kadar elverişliler? Gelecek nesillerin tarihi ve bugünleri bu teknolojilerden öğrenmeleri ne kadar olası? Bir milyon yıl öteye bilgi aktarımı yapmayı hedefleyen Memory of Mankind üzerinden kısa bir inceleme…

Deutsche Welle’nin Eylül ayında yaptığı bir haber ile bir anda tüm Türkiye tarafından tanınan Mehmet Kuşman, Van’da bulunan Çavuştepe Kalesi’nde bekçi olarak görev yapıyor. 20’li yaşlarda bir arkeolojik kazı çalışmasına dahil olmasıyla hayatı değişen Kuşman, yıllara yayılan şahsi azmi sayesinde Urartuca öğrenmiş, bu bilgisi ile Urartu tarihinin ve Urartuca dilinin bilinmesine ve kayıt altına alınmasına katkıda bulunmuş. Kuşman, yaşayan ve Urartuca yazabilen son kişi.

Çavuştepe Kalesi, 2 bin 800 yıla yaklaşan tarihiyle görülmesi gereken turistik bir yer. 1960’lı yıllarda başlayan kazılar, kalenin yapısını ortaya çıkarmakla kalmamış; Urartuların dini inançlarından siyasi ilişkilerine kadar pek çok konuda bilgi sağlayan taş tabletlerin de gün yüzüne çıkmasını sağlamış. Şüphesiz, bu tabletler insanoğlunun geçmişini kavramasında önemli bir yere sahip.

[1] Deutsche Welle tarafından paylaşılan Son Urartulu başlıklı haber

Dünyanın başka bir yerinde, İngiltere’de ise The British Museum koruma altına aldığı 130 bin tabletin tasnifi, okunması ve belgelenmesi üzerine çalışıyor. Geçmişe ışık tutan bu tabletlerin içeriklerinin geleceğe aktarılması küratör unvanına sahip bilim insanları tarafından yapılıyor. İnsanların dikkatini müzenin koleksiyonuna çekmek için ise küratörlerin işleri ve hobileri konusunda paylaşımlar yapılıyor, çeşitli medya platformlarında da yer almaları sağlanarak daha fazla kişiye ulaşmaları amaçlanıyor.

Örneğin, çivi yazısını tanıtmak ve insanların çivi yazısını bir hobi olarak görmeleri, üretmeleri için Cuneiform adında bir de kitap yazan, müzenin küratörlerinden Dr. Irving Finkel, içerik üreticileri Tom Scott ve Matt Gray’e tabletlerin genellikle kilden yapıldığını, çivi yazısı basit aletler ile tablete nakledildikten sonra tabletlerin güneş altında kurumaya bırakıldığını, herhangi bir teknolojik müdahaleye ihtiyaç olmadan bu tabletlerin üzerlerindeki bilgiyi binlerce yıl öteye aktarabildiklerini ifade ediyor. Bunu, kil tabletlerin zamanla toprak altında kalmaları ile korunmalarının yanı sıra, çivi yazılarını içeren kil veya taş tabletlerin doğal ve dayanıklı maddeler olmalarına da bağlamak mümkün.

[2] Tom Scott ve Matt Gray, Dr. Irving Finkel’den çivi yazısı öğreniyorlar.

Günümüzün veri teknolojileri

Bilginin tabletlere aktarıldığı günlerden bu yana sayısız farklı veri aktarım yolu kullanıldı ve bu alanda gelişmeler hız kesmeden devam ediyor. Son birkaç on yılda kullanılmış olan, bir kısmı hâlâ popülerliğini sürdüren veri depolama cihazları optik, manyetik ve flash aygıtlar olarak sınıflandırılıyorlar.

Bir dönem oldukça popüler olmalarına rağmen internetin gelişimi ile gündelik hayattan neredeyse silinen CD, DVD, Blu-Ray gibi lazer teknolojisi ile okuma ve yazma yapan aygıtlar optik depolama aygıtları olarak tanımlanırken; VHS, kaset, disket ve hard disk (HDD) gibi, verinin manyetizma sayesinde çeşitli yüzeylerden okunduğu ve yazıldığı aygıtlar manyetik depolama aygıtları olarak adlandırılıyorlar. USB Flash Bellek, hafıza kartı ve SSD (Solid State Drive) adı verilen cihazlar ise entegre devreler üzerinde veriyi depoluyorlar ve flash depolama aygıtları olarak adlandırılıyorlar.

Bu teknolojilerin günümüzdeki hallerine ve kullanım kolaylıklarına ulaşmaları, teknoloji dünyasının büyük miktarlarda verinin daha hızlı şekilde oluşturulabileceği ve erişilebileceği veri depolama metotları geliştirmek için karmaşık metotları sunmalarına ve yıllar süren çalışmalara dayanıyor. Fakat bu çalışmalara rağmen, bahsi geçen tüm bu veri depolama metotlarının ömrünü kısaltan ya da depoladıkları verilerin okunmasını zorlaştıran çeşitli handikapları var.

Bu handikapların en başında her bir veri depolama aygıtının ömrü geliyor; zira bahsi geçen tüm bu depolama yöntemlerinin ömürlerinin birkaç yıl ile en iyi ihtimalle bir asır arasında olduğu düşünülüyor. Örneğin, dünyanın en kapsamlı kütüphanesi olan ve pek çok farklı türde medya içeriğini gelecek nesillere aktarmayı amaçlayan Library of Congress (ABD Kongre Kütüphanesi), ilk nesil CD’lerin çürümeye başladığını, istisnalar dışında CD’lerin ömürlerinin 20-25 yıl olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylerken; Google ve Toronto Üniversitesi’nin yaptığı ortak bir çalışma SSD depolama yönteminin ömrünün ortalama 10 yıl olduğunu ortaya koyuyor.

Veri depolama aygıtlarının ömürlerini uzatabilmek mümkün. Örneğin, Library of Congress, bahsi geçen açıklaması dahilinde CD’lerin ömürlerinin, 5°C derecede ve %30 oranında nemde tutulduklarında 500 yıla kadar uzatılabileceğini de belirtiyor. Fakat bu koşulları sağlamanın ve sabit tutabilmenin bir hayli zor olmasının yanı sıra kullanım kaynaklı yıpranmanın olmaması için de çaba gösterilmeli. Periyodik aktarım ile veriyi ulaşılabilir kılmak da mümkün, fakat bu yöntem de saklanan veri yükü ve gerektirdiği teknik işlemler dolayısıyla bir hayli zahmetli ve maliyetli.

Bir başka engel ise, tarihin hangi sayfasında olunursa olunsun, veriye ulaşmak için çeşitli cihazlara duyulan gereksinim. Örneğin, CD ya da disketlerin okunması için çeşitli okuyuculara ve SSD, HDD gibi aygıtların içeriklerine ulaşmak içinse çeşitli bilgisayar sistemlerine sahip olmak gerekiyor. Tıpkı veri depolama aygıtlarını kullanılabilir durumda tutmanın zor olduğu gibi, bu cihazların ömrünü uzatmak da bir hayli zor. Donanımsal olarak bu cihazların çalışmaları sağlanabilse bile farklı formatlarda kaydedilen verilerin okunması için gereken uygulamaların ömrü de oldukça kısa.

Yukarıda bahsi geçen bu sorunlar, verinin birikme hızının katlanarak arttığı günümüzde tarihin ve bugünlere dair bilgilerin geleceğe aktarımı konusunda insanlığın önünde önemli bir sorun olarak duruyor.

İnsanlığın belleği

Bu yıl Brand Week İstanbul’un da konuğu olan sanatçı Martin Kunze, verinin depolanması ve gelecek nesillere aktarılması konusunda bir kısmı yukarıda anlatılan sorunlara bir çözüm önerisi sunuyor. Kunze, Memory of Mankind adlı projesi ile tarihe ve bugüne dair bilgileri toplamayı ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Avusturya’nın Hallstatt köyünde bulunan, hâlâ aktif olan dünyanın en eski tuz madeninin içinde saklamayı planlıyor.

[3] Halstatt, Avusturya dünyanın en eski tuz madenlerinden birine ev sahipliği yapıyor.

Depolamanın yapılacağı yer olarak bu tuz madeninin seçilmesi bir tesadüften ibaret değil. Kunze, bu dağdaki tuzun her yıl 2 santimetre kadar aktığını, bu sayede halihazırda dağın iki kilometre içine yerleştirilmiş olan arşivin, saklama süresi olarak hedeflediği 1 milyon yıl içerisinde 5 kilometrelik bir buz duvarının ardında kalacağını söylüyor. Bu buz duvarının doğal etkenlerden çok, insanlara engel olmasını umduğunu, zira bu projenin gelecek nesillere aktarılmasının önündeki en önemli tehdidin insanlar olduğunu belirtiyor.

Proje kapsamında saklanacak olan veriler 3 kategoriye ayrılmış: Gelecekte bu projeye ulaşanlara yanlı bir bilgi aktarımı yapılmaması için bir yazılımın otomatik olarak topladığı her ülkenin büyük gazetelerinin başyazılarını içeren bir arşiv, üniversiteler tarafından sağlanacak çeşitli doktora tezleri, nükleer atık depolama alanlarının konumları ve bazı önemli ödüller (bilim, sanat, edebiyat vb. alanlarda) ve son olarak da projeye katkıda bulunmak isteyen bireyler tarafından ulaştırılan yazılar ve fotoğraflar.

Memory of Mankind’in muadillerinden farkı

Memory of Mankind’in bilginin geleceğe miras bırakılabilmesi için organize edilen pek çok projeden farkı, okunması için bir cihaz gerektirmeyen, dijital yerine analog veri kaydını ve aktarımını destekleyen, günümüz veri depolama yöntemleri gibi belirli sıcaklık ve nem değerleri içerisinde muhafaza edilmek zorunda olmayan, oldukça dayanıklı, her okumada yıpranmayan bir materyali temel alması. Memory of Mankind projesinin kalbinde yer alan bu materyal, yüksek teknolojiyle üretilmiş seramik karolar.

Projeye göre, aşırı sıcağa ve soğuğa dayanıklılığı ile bilinen seramiğin dijital baskı ile birleştirilmesinden oluşan karolar, bulunduklarında bir kitabın sayfaları gibi direkt olarak okunabilecek durumda olacaklar. Bu karoların hazırlandığı dillerin unutulmuş olması riskine karşı, bu arşive dilbilimciler tarafından hazırlanmış bir kılavuz eklenmesi de planlanmış.

Özetle, Memory of Mankind’in Kunze’nin günümüz veri depolama metotlarının handikaplarından yola çıkarak, günümüz teknolojisini dayanıklılıkları kanıtlanmış olan taş tabletler üzerinde uygulaması ile ortaya çıktığını; dolayısıyla da çözümün her zaman en güncel yöntemle geleceğine inanmak yerine bu projenin de ortaya koyduğu üzere kapsamlı bir şekilde düşünmek gerektiğini söylemek mümkün.

Görsel kaynakları:
Kapak fotoğrafı: Denny Müller on Unsplash
[1]: Dünyada Urartuca yazabilen son kişi Mehmet Kuşman | “ABD kal dedi ama aile istemedi” – DW Türkçe
[2]: Irving Finkel Teaches Us Cuneiform – Matt and Tom Youtube Kanalı
[3]: Patrick Stadler on Unsplash

Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Aralık 2020 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.