Son yıllarda hayatımıza giren bazı kavramlar, izleri geçmişte bulunsa da asıl ehemmiyetlerini geleceğimizi belirlemede gösteriyorlar. Toplumsal hayatımızın gidişatına damga vuran bu kavramlar, teknolojinin yayılımıyla, pratik anlam kazanıyorlar.

Geçtiğimiz on yılın özellikle ikinci yarısına batı kökenli ve İngilizce olmalarına rağmen Türkiye’de ana haber bültenleri ve tartışma programlarında dile getirilecek kadar popülerleşen, fakat yine de anlamları tam olarak bilinmeyen birkaç kavram damgasını vurdu. Hayatlarımızın pek çok alanını önemli şekillerde etkileyen konseptleri isimlendiren bu kavramların kullanım sıklıkları en popüler oldukları günlere kıyasla azalmış olsa da tekrar hatırlanmaları gelecekte çevremizde olanlara mesnetli yorumlar getirebilmek ve geçtiğimiz on yılı değerlendirebilmek açısından faydalı olacaktır.

Bu kavramların ilki, 2016 ABD Başkanlık Seçimleri’nde Donald Trump’ın kampanya süresince kendisi hakkında çıkan haberleri yalanlamak için sık sık telaffuz ettiği, önce destekçilerinin, daha sonra da alaya almak ve karşıt argümanlar üretmek isteyen muhaliflerinin diline dolanan ve popülaritesinden dolayı geçtiğimiz yılın Ekim ayında dünyanın en prestijli İngilizce sözlüğü olan The Oxford English Dictionary’e (The OED) dahil edilen ve sahte, uydurma haber anlamına gelen fake news kavramı.

The OED yaptığı açıklamada sözlüğe dahil edilen bu kavramın özellikle Trump ve etrafında dönen tartışmalardan dolayı kullanım sıklığının arttığına dikkat çekerken, 7 Şubat 1890 tarihli Milwaukee Daily Journal gazetesinde yayınlanan madencilik ile ilgili bir haberin bu kavramı içerdiği bilinen en eski kaynak olduğunu da duyurdu.

‘Sarı gazetecilik tehlikesi’

Örnekten de anlaşılacağı üzere, belli emellere ulaşmak için sahte haberler üretilmesi ve yayılması fikri Trump’ın siyaset sahnesine çıkmasından çok öncelere dayanıyor. Sahte haber tarihinin M.S. 550 yılında Bizanslı tarihçi Prokopius’un İmparator I. Justinianus aleyhinde yazdığı Anecdota (Bizans’ın Gizli Tarihi) ile başladığını savunanlar olduğu gibi; tarihin ilk sahte haberinin Gılgamış Destanı’nda geçtiğini ve hikayesi Nuh peygamberin hikayesi ile paralellik gösteren Kral Utnapiştim’in, tanrıdan getirdiği haberi büyük tufana karşı insanları gemi yapmaya ikna etmek için çarpıtması ile ortaya çıktığını iddia edenler de var.

Sözlüğün sahte haber kavramı için verdiği bir başka örnek ise Railway & Marine News’in Mayıs 1917 sayısından: “En tehlikeli karakterdeki sahte haberler halihazırda sarı gazetelerde yayınlanıyorlar.” Bu cümlenin iki noktasına dikkat etmek gerekiyor. Birincisi, diğer örnekle birlikte değerlendirildiğinde sahte haber kavramının bir asrı aşkın süredir görece nadiren de olsa kullanılıyor olması, diğeri ve daha önemlisi ise sarı gazeteciliğe yapılan vurgu.

Kısaca gerçeğin paylaşılması yerine sansasyon yaratımı ve yayımı yoluyla tiraj artırmayı amaçlayan gazetecilik anlayışı olarak tanımlayabileceğimiz sarı gazeteciliğin günümüzde etkisini artırdığını söyleyebiliriz. Zira, iletişim kanallarının ve basının işleyişinin bir hayli değiştiği günümüzde hem internetin hem de medya üretim araçlarının daha kolay ulaşılabilir olması hem basın kuruluşlarının sayısının artmasına yol açmakta hem daha önce sadece kurumların elinde olan bilgi üretimi ve yayımını kişilerin de yapabilmesine olanak tanımaktadır. Dolayısıyla, oluşan rekabet ortamı en doğruyu, en mantıklıyı değil, en ilgi çekici olanı ve en çok paylaşılanı öncelemektedir.

Gerçek ötesi hakikatler

Bu da bizi, The OED’nin 2017 yılında bünyesine kattığı bir başka kavrama yönlendiriyor: Post-truth. Objektif gerçeklerin kamuoyunu şekillendirmede duygulardan ve inançlardan daha az etkili olduğu koşulları tanımlamakta kullanılan bu kavramı ‘gerçek ötesi’ olarak Türkçeye çevirmek mümkün. Bu anlamıyla ilk defa 1992 yılında Sırp asıllı Amerikalı Oyun Yazarı Steve Tesich’in The Nation dergisi için yazdığı makalede kullanıldığı tahmin edilen bu kavramın yaygın olarak kullanılmaya başlanması ise Ralph Keyes’in 2004 yılında yayınlanan ve Türkçeye Hakikat Sonrası Çağ adıyla çevrilen The Post-Truth Era kitabı ile olmuş.

Şüphesiz, Brexit kampanyası ve referandum sürecinde olanlar post-truth konusunda verilebilecek en güncel ve en iyi örneği teşkil ediyorlar. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılması durumunda daha güçlü ve güvenli olacağını savunan bir kısım siyasetçinin çoğu zaman çarpıtılmış ya da eksik bilgilerle insanların vicdanlarına oynamaları sonucu 23 Haziran 2016 referandumunda sandıktan AB’den ayrılma kararı çıkmıştı.

[1] Brexit karşıtı protestocular – Photo by Max Muselmann on Unsplash

Kampanya süresince ayrılma taraftarı siyasetçiler tarafından sıklıkla dile getirilen bir mesaj özellikle eleştirilmişti. Birleşik Krallık’ın AB’ye haftalık 350 milyon pound ödediği iddiasında olan ayrılma taraftarı siyasetçilerin bu meblağ ile ulusal sağlık sistemi NHS’yi kalkındırma fikri pek çok vatandaş tarafından olumlu karşılanmış; fakat daha sonra bu meblağın 190 milyon pound olduğu ortaya çıkmıştı. AB’de kalmayı savunan kesim, ayrılıkçı kesimi hem meblağı çarpıtıp kamuoyunu yanlış bilgilendirmelerinden dolayı hem de AB ile Birleşik Krallık arasında pek çok maddi ilişki bulunduğu, bahsedilen ödemelerin bu karmaşık gelir-gider tablosunda küçük bir yer tuttuğu ve bu alışverişlerin sadece rakamsal olarak değerlendirilemeyeceği argümanıyla sertçe eleştirmişti.

Tüm dünyanın eleştirilerine ve endişelerine rağmen %52-48 gibi yakın bir oranla AB’den ayrılma kararı çıkan referandumun ertesi günü AB’de kalma taraftarı olan Başbakan David Cameron’un görevinden istifa ettiğini açıklaması, Birleşik Krallık vatandaşlarının daha fazla endişelenmelerine yol açtı. Çıkan haberlere göre İngilizler referandum ertesi 24 saatlik süre içerisinde Google’da en çok şu soruları aramışlardı: “AB’den ayrılmak ne demek?”, “AB nedir?”, “AB’de hangi ülkeler var?”, “AB’den ayrıldığımıza göre şimdi ne olacak?” ve “AB’de kaç ülke var?”.

Bu aramalara dair tüm haberler Google’ın aramalar konusunda metrik sağlayan servisi Trends’i baz alıyordu. Fakat, Google Trends bahsi geçen sorulara dair aramaların ciddi şekilde arttığını doğrularken, bu aramaları ‘Brexit ile ilgili yapılan aramalar’ başlığı altında yayınladığından, tüm aramalar arasında nerede olduklarına dair bir fikir vermiyordu. Yine de haberlerin sansasyonel yanının ağır basmasıyla tüm dünyada yankı bulmasının ardından, sandıktan çıkan sonuçtan memnun olmayan kesim, AB’den ayrılma yönünde oy veren seçmeni bilgisizlikle, bilinçsizlikle suçlamaya başladı. Aradan üç buçuk yıl geçmesine rağmen sonuçlandırılamayan ayrılma sürecinin üzerine belirsizlikler, istifalar ve yeni sonradan dillendirilen muhtemel zararlar eklendiğinden dolayı ithamlar hâlâ devam etmekte.

Brexit’in fake news, sarı gazetecilik ve post-truth konseptleri ve bu konseptlerin birbirleri ile ilişkilerini açıklamak için harika bir örnek olduğu aşikâr. İki kampın Brexit tartışmalarının başlamasıyla birlikte çok çabuk bir şekilde kutuplaşması ve bu kutuplaşmanın gün geçtikçe toplum üzerindeki etkisini artırmış olması ise bizi yine geçtiğimiz on yıla damgasını vuran ve değinilen konseptler ile yakın ilişki içerisinde bulunan iki kavrama yönlendiriyor: Filter bubble ve echo chamber.

[2] İnternet ve medya üretim araçlarının ulaşılabilirliği sarı gazeteciliği artırdı.

Sosyalleşmek ticarileştiğinde

Bu kavramlar her ne kadar sadece sosyal medya ile ilgili olmasalar da sosyal medya platformlarının kuruluş günlerindeki naifliklerinden sıyrılıp daha rekabetçi ve ilgiye aç hale bürünmeleri ile birlikte daha görünür ve sosyal hayatın her yanını her geçen gün daha fazla etkiler hale geldiler.

Sosyal medya platformlarının ticari kuruluşlar olduğu ve dolayısıyla olabildiğince çok kullanıcıya ulaşıp bu kullanıcıların ilgisini mümkün olduğunca üzerlerinde tutmaya çalıştıkları ortada. Bu platformlar, geliştirdikleri algoritmalar sayesinde ilgiyi üzerlerinde tutabilmek için kullanıcı hareketlerini sürekli olarak inceliyor ve onlara ilgilerini çekecek içerikler sunuyorlar. Bu seçici iletişim hali kullanıcılar arasında bir filter bubble, yani filtre balonu oluşturuyor. Dahası, sosyal medyayı katı bir şekilde filtrelenen içerikler vasıtası ile deneyimleyen kullanıcılar, ekseriyetle kendi görüşlerine paralel içeriklerle ve kişilerle etkileşime geçtiklerinden dolayı devamlı olarak onaylama ve onaylanma halinde bulunuyorlar. Kullanıcıların sürekli kendi görüşlerine maruz kaldıkları sanal bir yankı odası (echo chamber) içerisinde bulunmaları fikirlerinin günden güne uç noktalara taşınmasına ve katılaşmasına yol açıyor.

Yukarıda çizilen bu karamsar tablonun panzehrinin ise, insanların beğenilme ve onaylanma gibi psikolojik ihtiyaçları dolayısıyla toplumsal normlardan, yeni bilgilerden ve argümanlardan etkilenip fikir oluşturarak davranış değiştirmeleri gerçeğine dayanarak, mümkün olduğunca farklı görüşte kurumlardan ve kişilerden bilgi alıp bu bilgileri doğrulamaya çalışmak (fact-checking) olduğunu söyleyebiliriz.

Görsel kaynakları:
Kapak fotoğraf: Max Muselmann on Unsplash
[1]: Jannes Van den wouwer on Unsplash
[2]: Anton on Unsplash

Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Şubat 2020 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.